Yerele Dair – Tiqqun

Bugün bizim peyzaj olarak kabul edilebilir bulduğumuz her şey kanlı bir vahşetin ve eşine az rastlanır bir gaddarlığın meyvesidir.

Demokratik devletin unutmamızı istediği şey özetle budur diyebiliriz. Banliyölerin kırsal alanı yiyip yuttuğunu unutun; fabrikaların banliyöleri yiyip yuttuğunu unutun; sağır edici, bir an bile durmayan, gelişigüzel yayılan metropolün her şeyi yiyip yuttuğunu unutun.

Bunu kabul etmek illa buna üzülmek anlamına gelmez. Bunu kabul etmek buna dair geçmişteki ve hâlihazırdaki olasılıkları kavramak demektir.

Gündelik hayatımızın bölümlere ayrılmış, polis denetimindeki alanı, süpermarket ve apartman giriş kapısının şifre paneli, trafik ışıkları ve yaya geçitleri arasında sıkışıp kalmış durumda; bizi bunlar oluşturuyor. Biz içinde yaşadığımız mekân tarafından iskân edilmişiz. Ve artık bunun içindeki her şey, neredeyse her şey subliminal bir mesaj işlevi görürken bu daha da geçerli. Belli yerlerde belli şeyleri yapmıyoruz çünkü her şeyin bir yeri ve zamanı var.

Örneğin kamusal alanlardaki kent mobilyaları neredeyse hiç bir işe yaramayan şeyler – hiç kendi kendinize günümüzün yeni meydanlarındaki banklarda insanın şiddetli bir ümitsizliğe düşmeden oturamayacağını düşündüğünüz olmadı mı? Buralarda tek bir anlam, tek bir işlev hâkimdir: o anlam ve işlev de bütünüyle men edicidir: “sadece evinizde evde hissedebilirsiniz ya da parasını vererek oturduğunuz bir yerde yahut gözetim altında olduğunuz yerlerde”, sanki yegâne amaçları buymuş gibi bize bunu hatırlatırlar.

Dünya küreselleşiyor ama bir yandan da daralıyor.

Her gün (arabaların içinde, toplu taşıma araçlarında, yayan, alelacele) hızla içinden geçip gittiğimiz fiziksel uzam, temelde öylesine gerçekdışı bir karaktere sahip ki onun içerisindeki hiç kimsenin hiçbir şey tecrübe ettiği yok ve onun içinde hiçbir şeyin yaşaması mümkün değil. Burası bizim sürgünde olduğumuz, bir özel mülk parçasından diğerine, bir yükümlülükten diğerine sürekli hareket halinde olduğumuz bir mikro çöl.

Öte yandan sanal uzamsa çok daha çekici görünüyor. Likit kristal bilgisayar ekranı, internet gezintisi, televizyon ve oyun konsolu evrenleri – bunlar bize, gece sokak lambalarının gümüşî ışığı ve kapalı dükkânların metal kepenkleri dışında bir şeyin olmadığı kendi mahallelerimizden çok daha aşina geliyor.

Yerelin karşıtı küresel değildir; sanaldır.

Küresel yerele o kadar az karşıdır ki aslında yereli o üretmektedir. Küresel, sadece tüm homojenleştirici normdaki farklılıkların belli bir dağılımını tayin eder. Folklor kozmopolitliğin ürünüdür. Yerel olanın yerel olduğunu bilmeseydik o bizim küçük çaplı küreselimiz olurdu. Küreselin kendini mümkün ve gerekli kıldığı ölçüde yerel olan açığa çıkar. İşe gitmek, alışverişe gitmek, evden uzaklara seyahat etmek; yereli yerel yapan budur, aksi takdirde yerel demek yerine çok daha mütevazi bir biçimde sadece yaşadığımız yer derdik.

Dahası, işin aslını söylemek gerekirse artık hiçbir yerde yaşadığımız falan da yok.

Varoluşumuz sadece topolojik ve zaman çizelgesine uygun çizgilerle, ısmarlama kişisel hayat dilimlerine bölünmüş sektörlerden ibaret.

Ama hepsi bu kadar da değil; insanlar artık bizim tamamen sanalda yaşamamızı, mutlak bir biçimde sınır dışı edilmemizi istiyor. Orada hayat zamansız ve mekânsız tuhaf bir birlik halinde yeniden tesis edilecek, insanların yaşamamızı istediği hayat, Sanal Hayat, bir İnternet reklamında dendiği gibi “gerçek hayatta yapamadığınız her şeyi yapabileceğiniz bir yer.” Ama “her şeyin mubah olduğu” o yerde kuvveden fiile geçme mekanizmaları mutlak bir gözetim altındadır. Başka bir deyişle: sanal dünya olasılıkların asla gerçekleşmediği, ilelebet bir sanallık durumunda kaldığı yerdir. Burada önleyici tedbir, müdahaleye üstün gelir: sanal dünyada her şey mümkün olsa da bunun tek nedeni bu aygıtın bizzat kendisinin gerçek hayatlarımızda hiçbir şeyin değişmeyeceğini teminat altına almasıdır.

İnsanlar diyor ki yakında evden hiç çıkmadan tele-çalışma ve tele-tüketim mümkün olacakmış. Bu tele-hayatta artık kamusal alanlarda birbirimizle göz göze gelip de hızla bakışlarımızı kaçırdığımız, önümüzde uzanan ihtimallerin boşa düştüğü o can sıkıcı hissi yaşamak zorunda kalmayacakmışız. Çoğunlukla tanımadığımız insanlardan oluşan çağdaşlarımızın arasına düşmüş olmanın huzursuzluğu ortadan kalkacakmış. Küreselin dışına atılmış yerel de bizzat sanal uzama yansıtılacak ki bu sayede küresel dışında hiçbir şeyin var olmadığına katî surette inanalım. Hapı yutmamızı kolaylaştırmak için de o tekdüzeliği çok-kültürlü etnik tuzaklarla süsleyecekler.

Bir yandan tele-hayatın gelişini bekleyeduralım, biz uzamdaki bedenlerimizin politik bir anlam taşıdığı ve egemenlerin sürekli bunu gizlemeye çalıştığını öne sürüyoruz.

Evin içinde bir slogan atmakla aynı sloganı merdiven boşluğunda ya da sokakta atmak aynı şey değildir. Tek başına yapmakla bir grup insanla beraberce yapmak da öyle.

Mekân politiktir ve canlıdır zira mekân meskûndur, bedenlerimiz tarafından iskân edilmiştir ve o bedenler sırf mekânın içinde yer aldıkları gerçeğiyle o mekânı dönüşüme uğratmaktadır. İşte bu yüzden mekân gözetim altında tutulup yalıtılmaktadır.

Mekânı nesneler, bedenler ve şeylerle doldurulan bir boşluk olarak görmek hatalı bir bakış açısının ürünüdür. Tam aksine bu bakış açısı aslında belli bir mekândan onu mesken tutan tüm nesneleri, bedenleri ve şeyleri soyutlayarak elde edilmiştir. Günümüzde iktidar tüm meydanlarında, otoyollarında ve mimarisinde bu fikri somutlaştırmaktadır. Ancak bu durum her an kendi doğuştan kusurunun tehdidi altındadır. Küresel düzenin denetimi altındaki bir mekânda bir şey vuku bulduğunda, orada bir olay gerçekleştiğinde, beklenmedik bir hadise geliştiğinde bu alan hakikatten de bir mekâna dönüşür ve küresel düzenin en çok önüne geçmeyi arzu ettiği şey de budur. İşte buna karşı, “yerel”i icat etmiştir ve bu sayede denetim, veri elde etme ve yönetim araçlarını mütemadiyen her bir “yer”e uygun biçimde düzenleyebilmektedir.

İşte bu yüzden yerel olan politiktir diyoruz: zira mevcut karşılaşmanın gerçekleştiği yer burasıdır.

Tiqqun
Çeviren: İnan Mayıs Aru