İlk Su Bedendir – Natalie Diaz
Colorado Nehri, Birleşik Devletler’deki en büyük tehdit altında olan nehir—aynı zamanda benim bedenimin de bir parçası.
Ben bir nehir taşıyorum. O, bizzat benim: ’Aha Makav.
Bu bir metafor değil.
Bir Mojave, Inyech ’Aha Makavch ithuum, diyerek ismini söyler. Varoluşumuza dair bir hikaye anlatırız. Nehir bedenimin orta yerinden akıyor.
Şimdiye dek her dizede nehir sözünü kullandım. Suyu israf etmek istemiyorum. Bedenimdeki nehri korumalıyım.
Gelecek dizelerde daha tutumlu olmaya çalışacağım.
~
İspanyollar bize Mojave adını verdi. Nehrimize verdikleri Colorado ismiyse nehrin kırmızı alüvyal toprağından geliyordu.
Yerlilere hep kızıl dendi. Bense hiç kızıl derili bir yerliyle karşılaşmadım, ne kendi rezervasyonumda, ne Ulusal Amerikan Yerlileri Müzesi’nde ne de Parker, Arizona’daki en büyük ‘powwow’da.
Üstüne baraj kurulmuş mavi bir nehir boyunca uzanan bir çölde yaşıyorum. Gördüğüm yegane kızıl derililer suda çok uzun kalıp da güneş yanığı olan turistler.
~
Nehri topraktan ayırıp bizim canlı bedenlerimizin içinde kuran Yaratıcımız tarafından bize verilen, halkımın gerçek adı ’Aha Makav.
Tercüme etmeye çalışırsak, ’Aha Makav, nehir bedenimizin orta yerinden akıyor tıpkı topraklarımızın ortasından aktığı gibi anlamına gelir.
Tüm tercümeler gibi bu da yetersiz bir tercüme elbette.
Amerikalıların zihninde bu imgenin mantığı sürrealizme ya da büyülü gerçekçiliğe tekabül eder—
Amerikalılar gerçek bir yerlidense büyülü bir Kızıl-deriliyi ya da bir şamanı ya da kırmızı kıyafetleri içinde çakma bir yerliyi tercih eder. Bedeninde nehrin tehlikeli ve ağır “blues”unu taşıyan gerçek bir yerlidense.
Beyazların gözünü korkutan ne varsa mit sayılarak göz ardı edilir.
Ben Amerika’da asla gerçek olmadım. Amerika benim mitim.
~
Derrida, Çevrilene dek her metin yaslıdır, der.
Mojaveler olarak gözyaşı diyeceğimiz zaman yine nehir için kullanılan sözcüğe döneriz, sanki nehrimiz gözlerimizden akıyormuş gibi. Bu, büyük ağlayış diye tercüme edilebilir. Ya da keder nehri.
Peki kimin için çeviriyorum ben bunları? Ve onlar bu çevirilerde kaybolanların yasını tutmak üzere dilimin dört gece süren cenazesine gelecek mi? Nehrimi içip kuruttuklarında ağarmış çölümüzün yas törenine katılacak mı onlar da?
Kuraklık için kullanılan sözcük pek çok dilde ve toprakta farklı farklıdır.
Susuzluğun acısıysa tüm bedenlere aynı yollardan tercüme edilir—dilden ve boğazdan. Hangi dili konuşursanız konuşun, derinizin rengi ne olursa olsun.
~
Biz nehri, onun sudan bedenini, bedenlerimizde taşıyoruz.
Görsel bir ilişkilendirmeye gönderme yapma niyetinde değilim. Hani diz çökmüş bir yerli kadın gibi, elindeki Land O’Lakes tereyağı paketinin üstünde elinde bir paket Land O’Lakes tereyağıyla diz çökmüş yerli bir kadın ve onun da üstünde elinde bir paket Land O’Lakes tereyağıyla diz çökmüş bir kadın olan. . .
Biz nehri, onun sudan bedenini, bedenlerimizde taşıyoruz. Droste etkisi yaratma niyetinde değilim.
Nehri bir fiil olarak kullanıyorum. Bir hadise. Şu an hareket ediyor içimde.
~
Bu hiç olmayacak şeyleri yan yana getirmek değil. Beden ve su iki birbirine benzemez değil—yakından alakalı ya da yan yana olmaktan bile öteler. Onlar aynı şey—beden, oluş, enerji, dua, akım, devinim, şifa.
Bu bilgi insan bedeninin altı histen fazlasına sahip olduğunu anlamaktan gelir. Beden altı hissin ötesindedir. Duyumsaldır. Her daim enerjik bir sermestlik halindedir, her daim dua etmenin ya da herhangi bir devinim nehrine girmenin eşiğindedir.
Enerji benim bedenimi devindiren nehir gibi devinip durmadadır.
~
Mojave düşüncesinde beden ve toprak birdir. Bu iki kelimeyi sadece iki harf ayırır: beden için’iimat ve toprak için’amat. Konuşurken genelde ikisini de kısaltarak mat– şeklinde kullanırız. Bir konuşmanın bağlamını bilmiyorsanız bedenimizden mi yoksa topraklarımızdan mı bahsettiğimizi anlayamayabilirsiniz. Hangisi incinmiş, hangisi anımsıyor, hangisi canlı, rüyada hangisi görülmüş, hangisi ilgiye muhtaç, hangisi yok olup gitmiş bilemeyebilirsiniz.
Nehrim kayboluyor, dediğimde aynı zamanda, Halkım kayboluyor, da mı demiş olurum?
~
Nasıl tercüme edebilirim—sırf kelimelerle değil inanarak—bir nehrin sizin ya da benim gibi canlı ve dolayısıyla onsuz yaşamın olamayacağı bir beden olduğunu?
~
John Berger demişti ki gerçek tercüme iki dil arasındaki ikili bir ilişki değil üçlü bir ilişkidir. Üçgenin üçüncü köşesi özgün metnin sözcüklerinin ardında daha o sözcükler yazılmadan evvel var olan şeylerdir. Gerçek tercüme sözel öncesine dönüşü gerektirir.
Benim sunduğum tercüme ve yukarıdaki satırların en başına’Aha Makav yazmaya duyduğum istek bu hikâyenin ne başladığı ne de bittiği nokta.
Bu iki noktanın da ötesine geçmeliyiz—üçüncü noktanın nehir olduğu yere gitmeliyiz.
Yaratıcımızın mızrağını toprağa sapladığı ve o kil bedenden fışkıran suyun benim bedenime karıştığı noktaya gitmeliyiz. Şimdi kanala alınmış, mavi ve serin akan oysa bir zamanlar kızıl ve ılık olan o suların, bedeni sarıp da can verecek ya da alacak kadar hızla taşıyan zümrüt yeşili, ipeksi, sonsuzca uzanan akıntının dibine dalmalı.
Nehrin çamurlu yataklarına demir atmış siyah kök çürüklüğünün kokusunu alana dek gitmeliyiz.
~
Bu üçüncü nokta, yüzeyin altında kalan bu yer, Colorado Nehri’nin—bin dört yüz elli millik bir susuzluk gibi—bir beden boyunca ve bir bedenin içine aktığı derin ve kıvrımlı kemik yatağı değil de nedir?
Berger buna sözel öncesi demişti. Bedenin bedenden daha fazlası olduğundaki gibi bir sözel öncesi. Kendine beden adı verip de bahsi geçen uzay-bedenle sınırlandırılmadan öncesi.
Sözel öncesi, bedenin henüz yeşil-mavi olduğu ve taşı, sel sularını, ustura balığını, böcekleri, kavakların ve söğütlerin gölgelerini yeşile ve maviye boyadığı yerdir.
Sözel öncesi, bedenin henüz bedenden daha fazlası olduğu ve ihtimallerle dolu olduğu yerdir.
Bu ihtimallerden biri de içinde bir nehir taşımasıydı.
~
Bir nehir bir su bedenidir. Ayakları, dirseği ve ağzı vardır. Koşar. Bir yatakta uzanır. Sizi iyi hissettirebilir. Her şeyi anımsar.
~
Amerika matematiğin ve bilimin zayıf olduğu bir ülke: Sağ, toprağa ve suya çektirdikleri cefalardan Vecd’le kurtulacaklarına ve bir anda cennete taşınacaklarına inanıyor; Sol ise toprağı ve suyu mahveden teknolojinin kendisinin onları bu mahvoluştan kurtaracağına ya da Mars’ta yeni bir dünya inşa etmelerini sağlayacağına inanıyor.
~
Eğer ben Colorado Nehri’ni taşımak, onun doludizgin akışını içimde barındırmak için doğmuşsam nehir gittiğinde kim olduğumu nasıl söyleyeceğim?
Nehir balıklarının kemikleri ve kuru tınlı yataklarındaki kum tepeciklerine indirgendiğinde’Aha Makav’ın ne anlamı kalacak ki?
Nehir bir hayalet olduğunda ben de mi öyle olacağım?
Dindirilemez susuzluk da bir çeşit cinlere karışmadır.
~
Standing Rock direnişi sırasında popüler olan ya da yerli olmayanların da öğrendiği bir sözde, Su ilk ilaçtır, denir. Bu doğrudur.
Geldiğim yerde biz nehirde yıkanırız. Köpüklü bir banyo gibi değil. Demek istediğim şu: su bizi güçlü kılar ve iyi bir enerjiyle önümüzdeki işe koyulmamızı sağlar.
Su olmadan güzel bir hayat yaşayamayız, su olmadan yaşayamayız bile.
Suyu zehirleyip tüketirsek kendimizi bu günahlardan nasıl arındıracağız?
~
Susamak ve su içmek insanın hayatta olduğunun farkında olmasını ve minnettar kalmasını sağlar.
Susamak ve su içememekse…
~
Yaratıcınız kalp niyetine atsın diye göğüs kafesinize küçük kırmızı bir kuş koyabiliyorken benim uzun bedenimin yavaş, kaslı kıvrımları arasında doludizgin giden mavi bir nehir hayal etmek o kadar zor mu? Onun da bir nefes, bir yıldız, bir çıngıraklı yılan, kendi anneniz ya da sevgiliniz kadar kutsal olduğuna inanmak bu kadar mı güç?
Sizi ikna edebilsem bizim esmer bedenlerimiz ve mavi nehirlerimiz daha çok sevilip daha az talan edilir mi acaba?
Yeni Zelanda’daki Whanganui Nehri artık bir insanla aynı yasal haklara sahip. Hindistan’da Ganj ve Yamuna nehirleri artık bir insanla aynı yasal statüye sahip. Slovenya anayasası artık temiz içme suyuna ulaşımın ulusal bir insan hakkı olduğunu ilan etti. Bizse Amerika’da Kuzey Dakota’da Standing Rock’ta sularını kirlilikten korumaya çalışan yerlilere biber gazı ve plastik mermi sıkıp onları köpek kulübelerine tıkıyoruz. Yıllardır içtikleri kurşunlu suların Flint, Michigan’daki çocukların üzerindeki etkilerinin ne olacağını daha bilmiyoruz bile.
~
Kendimizi genelde bedenlerimizden ibaret olarak görürüz: Ben bedenimim. Bu düşünce biçimi suya, havaya, karaya ve birbirimize saygı duymamamızı kolaylaştırıyor. Oysa su bedenimizden, benliğimizden ayrı değildir.
Bizim İhtiyarlarımız şöyle der: Kulağını kesecek olursan yaşarsın. Elini kesecek olursan yaşarsın. Bacağını kesecek olursan yine yaşarsın. Ama suyumuzu kesecek olursan: bir haftadan fazla yaşayamayız.
İçtiğimiz su da tıpkı soluduğumuz hava gibi bedenimizin bir parçası olmakla kalmaz, bizzat bedenimizdir. Birine—suya ya da bedene— yapılan öbürüne de yapılmış sayılır.
~
Toni Morrison şöyle diyor, Bütün suların mükemmel bir hafızası vardır ve su daima başta olduğu yere dönmeye çabalar. Toprağın bedenine, tene, ağza, boğaza, rahme, kalbe, kana, yasımıza, geriye daha da geriye, artık olduğumuz şeyden daha fazlası olduğumuz günlere.
Yakında hatırlayacak mıyız nereden geldiğimizi? Sudan.
Ve bir kez hatırlayınca, dönecek miyiz o ilk suya geri ve böyle yaparak kendimize gelecek miyiz, birbirimize kavuşacak mıyız, daha iyi ve daha duru?
Sizce su unutacak mı yaptıklarımızı, yapageldiklerimizi?
Natalie Diaz
Çeviren: İnan Mayıs Aru
İllüstrasyon: Josefine Svärd