İğne – Aimee Bender

Frances Murphy

Bir zamanlar bir iğnesi olan bir kadın vardı ve iğnesinin bir kürek olmasını istiyordu. İğnenin özünde bir kürek olduğunu, dünyaya yanlış boyutlarda gelmiş olduğunu hissediyordu.

Kasabanın ucunda raflarında renkli iksirlerle dolu uzun ince şişeler sıralanmış bir büyücü yaşıyordu. Kadın ona iğneyi gösterip de bir kürek istediğinde adam başını salladı.

Ne demek istediğini anladım.

Öyle mi?

Öyle.

Bir toz serpilmesi, neredeyse dolunay, bir göl kenarı ve kalbinin korkudan arınmış olması gerekiyordu. Bunu yapabilirim, dedi kadın, kararsızca.

Arınmış olacaksın, dedi adam. Ne varsa sileceksin. Bir dönüşüm ve güç alemine gireceksin. Sonrası için planın ne? Göle girmek mi?

Bu yolla kasabadan ayrılmayı planlıyorum.

Kaçıyorsun?

Belki de.

Korku duyuyorsan, dedi adam alçak ve pürüzlü bir sesle, kaçınmalısın. Ya da bırakmalısın. Ona el sallamalısın. Yeter ki ona sıkı sıkıya tutunma. O senin arkadaşın değil.

O benim düşmanım, dedi kadın, anladığını göstermek için.

Hayır, dedi adam. Değil! Bu sıkı sıkıya tutunmak!

Adamın cevabının keskinliği karşısında kadının gözleri doldu.

O benim, diye denedi kadın, tanışım mı?

Ve adamın yüz çizgileri gevşedi, kaşları düzleşti, ağzı yumuşadı. Evet, dedi adam. Yaklaştın.

Adam cam bir huniden bir kavanoza gereken sabah göğü tozunu doldururken ona hiç ilişkisi olmadığını, hiç aşkı olmadığını söyledi. Arka odada yalnız başına mantar kurutmakla çok vakit geçirmişti. Kendi kendine başını sallayarak, bu bir kinaye değil, dedi adam. Gün boyu yaptığı gerçekten buydu.

Tezgaha eğilmiş huniden akan tozu seyreden kadın onu şaşırtıcı bir biçimde çekici buluyordu ve adam ona arzulu bir bakış atınca kadın da bu bakışa karşılık verdi ve adam arka tarafta bir odayı işaret etti (mantar odasını değil) ve birlikte çok güzel vakit geçirdiler, almaşık bir şeydi bu, almaşık alemli, sanki bir yere gidip de ansızın dönüvermek gibi.

Ama bu kadını orada tutmak için yeterli değildi. Neredeyse dolunay geldiğinde kadın kayığıyla, kavanozundaki solgun mavi tozuyla, iğnesiyle göl kıyısındaydı. Kürek olmadan kayığın içinde tek yapabileceği şey sürüklenmekti. Bir kürek, uygun boyda bir kürek hareket, istikamet, amaç demekti. Akıntıya karşı insan muradı demekti. Bu elzem olan gereçti.

Korkudan arınmış, dedi kadın kendi kendine. Korkudan arın.

O benim tanışım. Selam ver ona. Selam, korku. Naber?

Korku her şey yolunda dedi. Zihninde bir kurdu andırıyordu, gri, kurt dişli.

Bunu duyduğuma sevindim, dedi kadın.

Senden naber?

Her şey yolunda, diye yalan söyledi kadın.

Güzel, güzel. Korku ona gözlerini dikti, daha derinleri görmeye çalıştı.

Nasıl da isterdi o bakışlara meyletmeyi ama talimatları biliyordu.

Peki madem, dedi kadın, kalbi titreyerek. Seni görmek güzeldi.

Seni de öyle, dedi kurt dönüp giderken.

Tozu iğneye dök. Gözler kapalı. Ay iğneye vuruyor, ışığı şavkıyor. Bir dakika sonra kadın iğnenin elinde büyüdüğünü hissedebiliyordu. Ah! Büyüme! Bir esneyip gerilme sesi, metal uzayıp ağırlaşırken. Bunun işe yarıyor olması kadında koşa koşa eczaneye dönme, büyücüye dönme, o yaşlı ve işbilir ve tuhaf biçimde çekici büyücüye ve onun yatağına dönme isteği uyandırıyordu. Belki o gün adam kendisi üzerinde de bir toz kullanmıştı? Şimdi bu muhtemel görünüyordu, bir çeşit arzu iksiri ya da cazibe büyüsü. Kadının umurunda mıydı ki? Çok güzel vakit geçirmişlerdi. Ama buradan ayrılmanın çekimi daha güçlüydü.

Kadın gözlerini açtığında iğne, tabii ki de bir mızrak olmuştu. Hangi küreğin ucu sivri olurdu ki? Ne işe yarayacaktı bu? Ters çevirip iğnenin gözünü suya bir kürek gibi daldırabilirdi ama su delikten geçip gitmez miydi? Giderdi. Bu kimsenin aklına gelmemiş miydi? Eczacıya ve kendine öyle kendinden emin biçimde iğnenin sadece yanlış boyutta bir kürek olduğunu  gevelediğinde?

Kadın tam bunları düşünürken kaçmaya çalıştığı adam ormanın içinden çıkageldi. Onun gittiğini, elbise dolabının boşaldığını, düş macununun yerinde olmadığını fark etmişti. Onu geri almaya hazırdı. Kadının çekip gitmesi doğru değildi. Adam ona sahipti, kadın ebediyen adamındı.

Kadın mızrağı kavradı, ucu ışıl ışıldı. Aslında deliği tutmak için ideal bir saptı, tam parmaklarına uymuştu.

Adam çalıların içinden gölün kıyısına hızla atıldı. Kadını görüp geri çekildi. Vay be, dedi adam.

Yaklaşma, dedi kadın, kayığa geri çıkarak. Sakın aklından bile geçirme, yoksa ikiye biçerim seni.

Yaman bir mızraktı, uzun ve ucu ışıl ışıl, karşısına kim çıksa tenini delip geçmeye hazır. Kadın tehditkârca mızrağı adamın suratına savurdu.

Seni özleyeceğim, dedi adam. Sensiz ölürüm. Kendimi göle atarım!

Öyle olsun, dedi kadın, kurt zihninin sınırlarında uzun adımlarla koşarken sesi titreyerek.

Ama kurt geri dönmüş olsa da ve elleri titrese de mızrak yine de korkutucuydu ve adam ilerlemedi.

Kadın geriye doğru bir adım daha attı ve kayığın ortasındaydı. Ayağıyla bir kayayı iterek kıyıdan uzaklaştı. Elverişli, hafif bir akıntı vardı: bu kadının şansıydı. Biraz açılıp kıyıdan öteye gitmesine yetecek kadar. Adam beceriksiz bir yüzücüydü. Kıyıda çok uzun zaman önce karşılaşmışlardı, adam kadına kendini başka bir yüzle gösterdiği, argın kulaçlarıyla çok mahzun ve sevimli göründüğü bir zamanda.

Öleceğim, dedi adam yarımağızla, sonra da dönüp evine gitti.

Beklendiği üzere mızrak berbat bir kürekti. Kürek olmakla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Kadının kaderi gölün devinimlerine kalmıştı. Araç tasarlanandan farklı olmuştu.

Aimee Bender
Çeviren: İnan Mayıs Aru
Görsel: Frances Murphy

Bu öykü çevre ve toplum meselelerini ele alan mevsimlik doğa, kültür ve mekân dergisi Orion’un Yaz 2023 sayısından alınmıştır.