El Dorado – İnan Mayıs Aru

Çatladı düşlerimi damıttığım imbik, düşlerin tortusu kâbuslar sızıyor çatlaktan. O kâbuslara yaşamın gerçekleri diyorlar. Oysa ben imbikten damıttığım gerçeklere inanmayı öğrendim sadece.

Dağların ve ırmakların duruluğu gerek yeniden doğabilmek için. Küllerimizi suya savurup, o dumanlı fallardaki geçitsiz geçidi aramalı.

Dünyanın sonsuz ırmaklarında yıkanmak, olmayan ülkenin peşine düşmek… Işığı yakalama çabası mı yazgım? Ne çabuk unutuyorum bizzat ışığın kendisi olduğumu! Ne kadar da yaşlı benim titrek, dalgın mumum!

Yeniden çocukluğun yeşil tepelerine, perili korularına çığlık çığlığa koşup, taze otlarda bayır aşağı yuvarlanarak varılır mı neşenin esrik diyarına?

Yoksa akıp giden zamanla yıpranıp soluyor mu renkleri festival giysilerimizin? Ölümlü yaşamın içinde sıkışmışlığımız bize kâğıt kırpığı hayallerden başka bir şey bırakmıyor mu?

Ey yanılgı! Yaşadığımız sanrısı ve bu sanrıyı anladığımız sanrısı. Tükenip gidecek miyiz? Pul kanatlarımız o büyük koleksiyoncunun ağlarına takılıp yırtılacak mı? Ne yaşam ama!

Üstü kalsın mı sahiden?

Yetmiyor bu kadarı. Ve yetmeyecek de hiçbir zaman, bizim gibi sarhoşluğunu varlığın meyvesinden alanlara. Kaybolup gidenin bulunacağı duygusuyla koşturacağız yıldızlı göklerin altında. Bazen sonsuzun içinde zerre olmalığımızı boş verip karadeliklerde hüküm süren prensler ve prensesler gibi davranacağız. Aman vermeyecek yaşam bize.

Biz de biliriz; düşleri olanların hüzünleri de olur. Yerlilerden öğrendik gözlerde yaş olmayınca ruhta gökkuşağı da olmayacağını.

Biz de biliriz; kış, saçakların altında kanatlı bir kuştur. Üşümüş, yorulmuştur. Bir avcı onu vurmuştur. Ağlamayıp da ne yapalım, ah?

Dünyanın çiçeğinin açacağını ummalı yine de, kış yorgunu ciltlerimizi tıraş kolonyası yerine saydam gözyaşlarımızla yıkarken. Tüm bunlara nasıl dayanırdı yoksa insan?

Sırf varlığın güzelliği hatırına yaşamdan beklediklerini alma isteğinin tuhaf sayılmadığı yaban diyarların çocuğu bu dünyada yolunu kaybetmiş.

İstemek ve almak. Ne tuhaf sözcükler. Elimizi uzatmamızın yetmesi gerekmez mi gönlümüzün dilediğine ulaşmaya? Ama isteklerimiz gönülden değil de nesnelere sahip olma arzusundan gelince, dünya yüzünü çevirir bizden.

Dünya denen cehennemde yaşıyoruz. Tımarhane bahçesindeki deliler gibi koşuşturup duruyoruz her yerde. Her neyse içimizdeki, öldürüyor bizi. Ölürüz, ölmüştük daha önce de.

Ey dünya! Ey yer, ey gök! Yıldızlar! Yılgınlığa karşı öğüt veren ahbap çavuşlar… İnsafa gelip bir parça, beni de alın sessiz derinliğinize.

Ey kuşlar, ormanlar, ormanların içinde, geride bıraktığım kaplanlar! Alın beni yaşamayı beceremediğim bu soluk diyardan, gerekirse olanca öfkeniz ve şiddetinizle.

Yeter!

Parçalansın aynalar, durgun suda bir akis kalsın geriye.

Cama can veren, bir gizli hüzün; biliyorum. Samyelinin peşinde, cam ustasını aramaya gidiyorum.

İnan Mayıs Aru