Ekoloji: Yuvanın İrfanı – İnan Mayıs Aru

Snow On The Beach – Catherine Jao

Yaşadığım yerde ufuk bir çizgi değil, güneşin huzmeleriyle yeşilin bin bir tonuna bürünen örtüsüyle inişli çıkışlı, art arda sıralanan tepeler ve dağlardan oluşan bir dalga. Mavi gökte parça parça ak bulutların gölgeleri koşuyor bu dalgaların üzerinde. Hızlarına yetişemeyeceğimi bilseler de her gün beni de onlarla birlikte o dağlarda dolanmaya çağırıyorlar. Çağrılarına uymamak elde değil.

Akdeniz’in alâmetifarikası kızılçamlar altındaki mersinler, tespih ağaçları, böğürtlenler, saparnalar ve yer yer de pırnal meşeleriyle çevrili patikalarda yürüyerek ormanın içine dalıyorum. Görünüşte orman huzur dolu, kendimi burada yuvada hissediyorum. İki atmaca tepemde dönerek bana eşlik ediyor, dağın sırtını aşarken. Bir süre sonra çığlık çığlığa bağırmaya başlıyor sanki ileride karşılaşacağım bir tehlikeye karşı beni uyarıyorlar.

Çok geçmeden atmacaların çığlıkları ağaç motoru sesleri arasında boğuluyor. Tepeden vadiye baktığımda atmacaların beni uyardığı tehditle yüz yüze geliyorum. Neredeyse her gün içinden geçtiğim ormanın fertlerini yerde yatarken görüyorum. Tepenin bir yamacı olduğu gibi tıraşlanmış, yüzlerce kızılçam kesilmiş, yerde yatan koca bedenleri ihaleyle satılacakları orman deposuna gönderilmek üzere bekliyor.

Orman İşletmesi, adı üzerinde daha baştan ormanları işletmek için kurulmuş bir kurum. Bir ormancı çocuğu olarak ormanın bir işletme olmasının ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Bir köylü yakacak odunu için bile bir ağaç kestiğinde ormanları “korumak” adına takibata başlayanlar inşaat ya da mobilya sektörü için dönümlerce ormanı bir çırpıda yere indiriverir. Hep böyledir bu; bireylerin yaptığı her türlü kıyım “cinayet” sayılırken iktidarı elinde bulunduranlar adına yapılan kıyımlar bir planın, düzenin parçasıdır. Onlar için ormanlar da tıpkı madenler, sular ya da bizzat toprağın kendisi gibi birer kaynaktır. Oysa tepemde uçan atmacalar, bu ağaçların arasında mantar ve kökler peşinde koşturan domuzlar, gece sesleri evimize gelen çakallar gibi orman köylüsü için de orman “ev”dir.

Ekoloji terimi Yunanca “ev” anlamına gelen oikos ve “bilgi” anlamına gelen logos sözcüklerinden türemiştir. Yani evimizde nasıl yaşayacağımızın bilgisi, irfanıdır. Dünyanın pek çok başka yerli topluluğu gibi bizdeki kimi eski topraklar ve Yörükler de “doğa” diye bir sözcük bilmez. Doğa, kendini ondan ayırmış insanın bir kurgusudur. Oysa içinde yaşayanlar için o evden, yuvadan başka bir şey değildir. İnsan ve insan olmayan tüm yerli topluluklar yuvalarının kıymetini bilir; yuvaya dair irfanları (ekolojileri) oradaki canlı-cansız tüm varlıklarla karşılıklı bir ilişki üzerine kuruludur. Keçinin hangi otu yiyeceğini bildiği gibi, yuvasından kopmamış bir insan da hangi ağaçtan evinin direklerini, hangisinden yakacak yapacağını bilir ama bir tepeyi olduğu gibi tıraşlayıp sonra da ağaçlandırma adı altında burayı henüz bir orman ekosisteminin devamlılığını sağlayamayacak genç fidanlarla donatmak aklının ucundan bile geçmez.

Zaman içinde çeşitli bitkileriyle bir bir tanıştığınız patikalarda anılar biriktirip akarsularında yıkandığınız bir mekân salt coğrafya olmaktan çıkıp yuvaya dönüşebilme potansiyeli taşır. Katı olan her şeyin buharlaştığı, insanların hem kendileri hem de çevreleriyle kalıcı bağlar kuramadıkları, tüm ilişkilerin sonsuzca akışkanlaştığı bu çağda yuvaya dair bir irfan edinmek atmacaların acı çığlığını anlayabilmek, bütünün bir parçası olabilmek için öncelikle bir mekânı yurt tutmak, yaşadığımız yeri yuva bilmek gerekir. Göçebe toplumlar bile göç hareketlerini belli güzergâhlar dâhilinde gerçekleştirir ve o yollarda ne zaman hangi yelin eseceğini bile bilirdi. Ekoloji bilinci belli bir düzeyde yerleşiklik ister ve ona artık yuva dediğimizde doğa hikâyelerini bizimle paylaşmaya başlar. Amerika’nın büyük şairlerinden ve ekoloji hareketinin öncülerinden Gary Snyder tam da bu nedenle, bugün yapılabilecek en devrimci şeyin bir yeri yurt edinmek ve orada kalmak olduğunu söyler. Bir yuvanın sorumluluğunu almak ancak orada yaşayarak mümkündür.

İnan Mayıs Aru
Sumi-e: Catherine Jao